Toplumun gündeminde çetrefilli konular var.. 
   Çok sevdiğimiz doktorumuz, bizi ağrı sızıdan kurtaran eczacımız için mahkemelerde ortaya konulan gerekçeleri kabullenemiyoruz, bunları kamuoyuna duyuran basın mensuplarına öfke duyuyoruz.. 
   Sırf tam gün eğitime geçmemek için, öğleden sonraki –özel ders, başka işler, dershane vs- düzen bozulmaması nedeniyle Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası keyfi bir şekilde grevler yapıyor, çocuklar mağdur oluyor ama bu konuda eleştiri yaptığımız zaman öğretmenlerin hedef tahtası haline gelebiliyoruz!.. 
   Şimdi de son tartışma konumuz Girne Antik Liman esnafı… El insaf dedirtecek bir süreç… Ama herkes kendine göre haklı.. Liman ihalesi zaten aylarca konuşulup tartışıldı.. İhalenin kime verildiği, süreç içerisindeki işler vs.. O ya da bu nihayet restorasyon bitti, gayet de güzel oldu. Şimdi de esnaf “açmam” diyor! 
   Neden peki, efendim denize taraf olan noktayı insanların yürümesi için ayırmışlar, ama esnaf illa ki oraya masa sandalye koyacak! Konu bu kadar basit.. Yapılmak istenen de aslında en doğrusu.. İyi - kötü Avrupa’yı geziyoruz, oradaki durumu da görüyoruz.. Yayaların deniz kenarında yürümesi en doğru olanıdır ama esnafımız buna karşı.. Bana göre oldukça yanlış bir tutum ama herkes biliyor ki, eğer bağırıp çağırırsan, eylem ya da grev yaparsan ‘hakkını’ söke söke alırsın!
   Aynen çocukların eğitim hakkını gasp eden bir sendika yönetiminin grevlerinin sadece seyredildiği gibi..
“Açmam” diyen esnaf karşısında ezilip büzülen hükümet gibi..
   İşte bu yazının ana konusu budur!
   Devletsek gereğini yapabilmeliyiz! 
   Ama öyle mi? Maalesef değil…
   Bir devlet olduğumuzu söylüyoruz.. Yargısı, polisi, meclisi, hükümeti, hatta basını!.. Fiziki olarak her şey bir tamam var!.. Peki ama işleyiş? 
   İşte sorun tam da bu noktada…
   Bu ülkede herkes her şeyin farkında aslında..
   Öğretmen tam güne karşı çünkü rahatı kaçacak! 
   Kamudaki doktor tam gün mesai yapmaz çünkü rantı bozulacak!
   Memur dairede çalışmaz kendine göre onlarca ‘haklı’ sebebi vardır ama çalışmasa da maaşı bir tamam günü güne hesabındadır!..
   Belediyeler temel beledi hizmetleri vermez ama vergilerini bol bol toplar! 
   İş dünyası vergi vermemek için kırk takla atar!..
   Üretici üretmeme üzerine teşviklendirilmiştir neredeyse, parasını aldığı sürece ses etmez..
   Bu örnekleri her kurum kuruluş için artırmak çok kolaydır.. En genel haliyle yazıyorum.. 
   Bu ülkede yaşayan her yetişkin birey kendisinin dışındaki her şeyden şikayetçidir, değişmesi gerektiğini söyler… Olaki bir değişim konusunda birileri bir adım atmaya kalkarsa da yer yerinden oynar! Ve o adım bir türlü atılamaz, herkesin statükosu bu ülkede devam eder gider… 
   Peki bu statüko devam ederken ne oluyor? İşin en acı tarafına geliyoruz, gençlerimizi kaybediyoruz.. Dünyayla ellerindeki cep telefonu ile daha doğuştan bağ kuran genç nesil, bizim içine saplanıp kaldığımız statükomuz nedeniyle bir bir göçüp gidiyor!..
   Sonra da hayıflanıyoruz ve diyoruz ki “azaldık, bittik, yok olduk!”
   Oysa bunu yaratan koşulları bizzat kendimiz koruyup kolluyoruz! 
   Nasıl mı? Siyasiler üzerinde kurduğumuz baskı düzeniyle..
   Hoş, siyasetçi de bundan memnun..
   Siyasetçi yeniden seçilmek için bizim desteğimize muhtaç.. Dolayısıyla atması gereken doğru adımı bilse de yeniden seçilebilmek için bu adımı atmaktan geri durmak zorunda..
   Tablo oldukça net; suya sabuna dokunmayan siyasetçi yeniden seçiliyor, vatandaş kendi statükosunu koruyor ama olan gençlerimize oluyor..
   Gerçek şu ki; bu toplum geleceğini yitiriyor.. Hem de her birimizin el birliğiyle!
   Peki uyanır mıyız, çocuklarımız ve gençlerimiz için siyasetin üzerinde şu an yaptığımızın tam tersi geleceğimiz için baskı kurar mıyız?  
   Hiç sanmam..  
   Ama umut da en son ölür, değil mi?