Gündem Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Çiğdem Aydın'ın köşe yazısı...

Geçtiğimiz gün Limasol’da bir camimize saldırı yapıldı. Bu münferit bir olay gibi görünemez, algılanamaz ve buna müsaade edilmemelidir.

Ama Güney’de ilk de değildir.

Yakın tarihe bir göz atacak olursak, 2020-2021-2022 ve 2023 sistematik olarak cami ve ibadethanelere saldırılar düzenleniyor. Sadece camilere mi hayır Kıbrıslı Türklere de zaman zaman gerek eğlence mekanlarında gerekse yolda sokakta hatta sınır kapılarında saldırılar düzenleniyor. Tam da bu nedenledir ki, sadece kınama yetmez Rum hükumetinin bu tür saldırılara karşı caydırıcı ceza yasalarını hayata geçirmesi ve uygulaması gerekir.

Avrupa Birliği inanç özgürlüğü, serbest dolaşım hakkı, ekonomik iş birlikleri ve burada daha da uzatmak istemediğim olgularla ülkeleri birbirine bağlamış bir şekilde. Ama Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’nin şımarık çocuğu gibi davranmaya devam ediyor.

Bir devlet olduğunu savunsa da bir “devlet” gibi davranamıyor. Bunun nedeni eğitim sisteminden başlayan Türk ve İslam düşmanlığı ile dolu müfredatlar, aile içi yetiştirilme şekli, kilisenin eğitimle iç içe oluşu ve etkin oluşu. Ağaç yaşken eğilir demiş atalarımız.

Ne kadar da doğru demiş. Elbette Rum tarafında Türk dostu olan kişiler var fakat camilere saldırılara engel olamıyor bu durum. Rum ceza yaslarını bilmiyorum fakat görünen o ki, Kuzey’de bir kiliseye benzer saldırılar yapılsa beğenmedikleri KKTC Ceza Yasaları’nın da polisin de elinden kurtulmazlar. Kısa sürede yakalanıp cezaları verilir. (Hukuki anlamda)

Peki Güneyde ne oluyor?

Her gün olmasa da Müslümanların ibadet ettikleri yerler saldırıya uğruyor. Her gün olmasa da Kıbrıslı Türkler saldırıya uğruyor, her gün olmasa da mesela bir markette çalışan Kıbrıslı Türkün arabasına hasar verilebiliyor. Tüm bu yazdıklarımı Google’dan arama yaparsanız göreceksiniz peki sonuç ne oluyor?

Hiçbirinin faali bulunmuyor. İlginç değil mi?

Aslında değil, ELAM gibi bir siyasi partinin terör örgütünün uzantısı olarak Rum parlamentosuna   girdiği ve oy oranlarını günden güne artırdığı düşünülürse bana göre 5-10 yıl sonra tehlike daha da büyüyecek.

Olası tutuklama olursa saldırganların isimleri Kıbrıs Türk sınır kapılarında kayda geçmeli, tehlikeli ibaresi mutlaka bulunmalı. Adanın Kuzeyine geçip burada da provokasyonlarını sürdürmeleri engellenmeli. Her kesim de gereken tepkiyi koymalı.

Karpaz’daki papaza yapılan o çirkin “taciz” olayını hatırlarsınız. Nasıl da kızmıştık hatta yasal işlem başlatmış sosyal medyada linç etmiştik. Peki ya camilerimize, insanımıza yapılan saldırılar için gereken tepkiyi koyabiliyor muyuz?

Üzülerek görüyorum ki, Karpaz’daki papaz için ortaya konulan tepkilerin yarısı dahi yok. Elbette PAPAZ olayını da doğru bulmadığımı söylüyorum. Ama herkes samimi ise adanın Kuzeyinden bu tür saldırılara yükselecek seslerin daha güçlü olması gerektiği kanaatindeyim.

Bu gibi durumlarda bölünmeye veya farklı siyasi görüşlere sahip olsak da birlikte hareket etmeliyiz. İnançlarımız da farklı olabilir ama sadece İnanç veya din konusu değildir. Bu karşımızdakilerin bizlerle veya farklı inançlara sahip toplumlarla bir arada yaşama becerisini değil Nazi kafasında olduklarını gösteriyor. Elbette bizleri sabun yapmayacaklar ama aklımızı başımıza toplamazsak sabunun üzerine suyu açacaklar ve bırakacaklar. Peki sonra ne mi olacak?

Eriyip gideceğiz. Geriye ta ki, bizden bir şey kalmayana kadar.