Panelde, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, Kıbrıs’ın güneyinde faaliyet gösteren siyasi partilerden DİSİ Başkanı Annita Demetriou ve AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanou konuştu. Panelde, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorununa yaklaşımı, barışa ve yeniden birleşmeye yönelik politikaları, güven artırıcı önlemler ile toplumlar arası iş birliği olanakları masaya yatırıldı.
“2004 Annan Planı referandumları bir dönüm noktasıdır”
Panelde konuşan CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, AB’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda bir katalizör rolü oynamasının mümkün olduğunu belirtti ancak bunun gerçekleşmesinin şartlarının olduğuna dikkat çekti. Tufan Erhürman, “Bazı ön kabullerle işe başlamak gerekir diye düşünüyorum” dedi. Tufan Erhürman, söz konusu ön kabulleri sıraladı:
1. “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin bir AB üyesi olarak durumu diğer AB üyesi ülkelerin durumuyla aynı değildir. Bu anlamda “normal” bir üyelik söz konusu değildir. BM Güvenlik Konseyi kararlarında hep vurgulandığı gibi statüko kabul edilebilir değildir. Bir ülkede statüko BM’ye göre kabul edilebilir değilse, değişmesi gerektiği açık olan o statükonun “normal” kabul edilmesi de mümkün değildir. 1999 Helsinki Zirvesi’nde alınan kararların ve sonradan yaşananların sonucunda “Kıbrıs Cumhuriyeti” Kıbrıs sorunu çözülmeden AB üyesi olmuş ve bu durum hepimizin bildiği gibi maalesef Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki çok önemli bir motivasyon kaynağını da ortadan kaldırmıştır. Ama gerçek değişmemiştir: Kıbrıs sorunu hala çözülmemiştir, statüko kabul edilebilir değildir ve çözüme ulaşılmadıkça durumun normal kabul edilmesi mümkün değildir.
2. “Kıbrıs Cumhuriyeti” şu anda yalnızca Kıbrıslı Rumlar tarafından yönetilmekte ve yalnızca Kıbrıslı Rumları temsil etmektedir.
3. 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası”na göre “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına verilecek kararlar Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler tarafından birlikte verilir oysa 1963 sonrası itibarıyla durum böyle değildir.
4. Ama buna karşın Kıbrıslı Türkler Kıbrıslı Rumlarla birlikte adadaki siyasi eşit iki kurucu toplumdan biridir.
5. 2004 Annan Planı referandumları bir dönüm noktasıdır ve Kıbrıslı Türkler güçlü bir “evet” demiş olmasına karşın, Kıbrıslı Rumların güçlü “hayır”ı çerçevesinde çözüme ulaşılamamıştır. Son olarak Crans Montana’da referandum olmamasına karşın Kıbrıs Türk tarafının Türkiye ile birlikte çözüm için gösterdiği yoğun çabanın sonuçsuz kaldığı uluslararası toplumun bilgisindedir.
Erhürman, “Bu beş nokta anlaşılmaz, görmezden gelinir, yok sayılır ve bu çerçevede bir katalizör rolü oynanmaya kalkılırsa, bu girişimin başarısız olacağı, ama daha önemlisi, Kıbrıslı Türkler tarafından adil bulunmayacağı, dolayısıyla bunun AB’nin girişimlerinin kabul edilmemesi noktasına kadar varabileceği bilinmelidir” diye konuştu.
“AB’nin açık sözü olmasına karşın “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” yürürlüğe girememiştir”
Söz konusu çerçevede öncelikle Genel Sekreter Annan’ın 2004 referandumlarından sonra hazırladığı raporun ilgili kısmının hatırlanması gerektiğine dikkat çeken Erhürman, raporun ilgili kısmında Annan’ın, Kıbrıslı Türklerin evet oyunun onlara yönelik baskılara ve izolasyonlara ilişkin her türlü “gerekçe”yi ortadan kaldırmıştır dediğini, buna karşın izolasyonların devam ettiğini hatırlattı.
Dönemin Genel Sekreteri Kofi Annan böyle demiş olmasına karşın şu andaki durum nedir diye soran Erhürman, şunları vurguladı:
“1. Annan Planı’na göre, Avrupa Parlamentosu’nda Kıbrıs için ayrılmış 6 sandalyeden 4’ü Kıbrıslı Rumların, 2’si Kıbrıslı Türklerin olmasına karşın şu anda 6 sandalyenin 6’sı da Kıbrıslı Rumlar tarafından doldurulmaktadır.
2. AB’nin Kıbrıslı Türklere açık sözü olmasına karşın “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” yürürlüğe girememiştir.
3. İzolasyonların kaldırılması veya hafifletilmesi yönündeki tüm çabalar, Genel Sekreter’in açık çağrısının tam tersine, ikili ilişkiler ve uluslararası kuruluşlar içerisindeki ilişkiler aracılığıyla engellenmiştir.
4. İzolasyonların kaldırılması çabalarını bir yana bırakın, iki toplum arasındaki güven yaratıcı önlemler konusunda bile sürekli sıkıntı yaşanmaktadır. Bu konuda Genel Sekreter Sn. Guterres’in söyledikleri aydınlatıcıdır: “Toplumlar arasında daha yakın iş birliğini teşvik etme çabalarında, yerel sivil toplum aktörleri ve onları destekleyenler, kuzeyin statüsüne ve “tanınma” ile ilgili kaygılara bağlı zorluklar ve engellerle karşılaşmaya devam etmektedir”.
5. AB’nin Kıbrıs Türk toplumu ile olan ilişkilerinde uygulamada sıklıkla “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin rızası veya onayıyla hareket etme tavrı içinde olduğu bilinmektedir. Bu durum Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından yönetilmeyen ve temsil edilmeyen Kıbrıslı Türklerin pek çok noktada onun iradesine tabi olması sonucunu doğurmaktadır ki bu kabul edilebilir değildir.
“AB, “karma evliliklerden doğan çocuklar”ın vatandaşlık hakları konusunda ne düşünüyor?”
Avrupa Parlamentosu Raporu ile ilgili de konuşan Erhürman, şunları kaydetti:
“1. Bu şartlarda Avrupa Parlamentosu örneğin Türkiye ile ilgili son raporunda kapsamlı çözüm müzakerelerinin mümkün olan en erken zamanda 2017’de Crans Montana’da kaldığı yerden devam etmesi çağrısı yapmıştır. Bu, herkesin bildiği gibi Sn. Hristodulidis’in görüşüdür. Kıbrıs Türk tarafında mümkün olan en kısa zamanda kapsamlı çözüme ulaşılmasını isteyen ve bunun için çalışan CTP’nin dile getirdiği ve muhtelif zamanlarda BM tarafından altı çizilmiş sözler dahi bu raporda yoktur.
2. BM Genel Sekreteri Sn. Guterres yeni bir müzakere süreci başlayacaksa bunun eskilerine benzemeyeceğini, bir zaman sınırlaması olacağını, aşamalı ve sonuç odaklı bir yaklaşımın gündemde olması gerektiğini söylemiştir. Bunlar her nedense raporda yoktur. Dönüşümlü başkanlığı ve “at least one favourable vote” ilkesini içerecek şekilde siyasi eşitliğe vurgu yapılmamıştır. Oysa etkili katlım BM Güvenlik Konseyi kararlarında açıkça vurgulanmıştır. Ve bunun Kıbrıslı Türkler için ne kadar önemli olduğu bilinmektedir, bilinmelidir. Ama örneğin bu yaşamsal nokta da raporda yoktur.
3. Raporda şu anda Kıbrıslı Türkler tamamen dışlanarak deniz yetki alanları, hidrokarbonlar, enerji, güvenlik, ticaret yolları gibi konularda adanın geleceğini etkileyecek tüm kararların ve anlaşmaların yalnızca Kıbrıslı Rum Liderliği tarafından ve adanın tamamı ve kuzeyde yaşayanlar dahil adadaki herkes adına alınıyor olduğu ve bunun bir anomali teşkil ettiği de yoktur. Ama ne vardır? Sanki her şey normalmiş gibi Türkiye’ye “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ilişkilerini normalleştirme çağrısı vardır.
4. Avrupa Parlamentosu raporunda Türkiye’ye, bir Avrupa Birliği Projesi olan “the Great Sea Interconnector” konusunda uyarılar da vardır. Bu Avrupa Birliği Projesi’nin geliştirilmesi aşamasında Kıbrıslı Türkler yoktur. Güneyde, kuzeyde pek çok uzman bunun fizibıl olmadığını söylemektedir. Fizibıl ve ekonomik olan Kıbrıs-Türkiye Yunanistan hattıdır. Böyle olmasına karşın AB, hem Kıbrıslı Türkleri hem de Türkiye’yi dışlayan bir projenin doğru ve çözüm ikliminin geliştirilmesi perspektifine uygun olduğunu gerçekten düşünmekte midir?
Doğru olan hem daha fizibıl hem daha ekonomik olacak olan hattı seçip bu bölgedeki çözüm iklimine, istikrara yardımcı olacak bir adımı atmak değil midir?
5. AB “karma evliliklerden doğan çocuklar”ın vatandaşlık hakları konusunda ne düşünmekte, ne yapmaktadır? Bir Kıbrıslı Türkün kiminle evleneceğine, nerede evleneceğine çocukların vatandaşlık hakları çerçevesinde şu anda tamamen Kıbrıslı Rumlar tarafından yönetilen “Kıbrıs Cumhuriyeti” yönetimi tarafından karar verilmesi Avrupa Parlamentosu raporunda sözü edilen “uluslararası hukuk” ve “Birliğin üzerine kurulmuş olduğu ilke ve değerlere” gerçekten uygun mudur?”
Mülkiyet Meselesi
Erhürman, “Ve son bir konu… Elbette mülkiyet konusunda kuzeyde yürütülen icraatlara ve düzenlemelere ilişkin eleştirilerimizi biz her gün gündeme getiriyoruz. Ama burada madalyonun diğer yüzünü de konuşmak istiyorum. Annan Planı’nda mülkiyete ilişkin düzenlemeler vardı. O Plan kabul edilmiş olsaydı bugün mülkiyetle ilgili sorunların çok önemli bir kısmı aşılmış olacaktı” dedi. 2005’te, çözümsüzlük koşullarında Kıbrıslı Türklerin Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kurduğunu anımsatan Erhürman, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu Komisyon’u etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul ettiğine dikkat çekti. “Takdir edersiniz ki güneyde mal bırakmış ve mağdur olmuş pek çok Kıbrıslı Türkün mağduriyetleri hiçbir biçimde giderilmezken, yalnızca Kıbrıslı Rum başvurucuların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin bir mekanizmayı uluslararası hukuka ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun biçimde kurup çalıştırmak hiç kolay bir iş değildir” diyen Erhürman, 2017’de Crans Montana’ya gidilirken mülkiyet konusunda önemli yakınlaşmaların bulunduğuna işaret etti. Tufan Erhürman, “Crans Montana’da çözüme ulaşılmış olsaydı bugüne kadar yine mülkiyet sorunlarının halli konusunda önemli bir mesafe kaydedilmiş olacaktı. Ama yine olmadı” dedi ve “Bugün ne oluyor?” diye sorarak kuzeyde başka bir hukukun, güneyde başka bir hukukun yürürlükte olduğunu herkesin bildiğini vurguladı. “Herkes biliyor ki güneyde başka mahkemeler, kuzeyde başka mahkemeler var. Ama bugün kuzeyde yaşayan ve oradaki hukuka uygun davranan insanlar, güneydeki hukuka uygun davranmadıkları gerekçesiyle, tutuklanıyorlar, mahkum ediliyorlar ve başka ülkelere girişleri engelleniyor” diye konuşan Erhürman, Kıbrıslı Türklerin 2004’te referandumda “evet” dediğinin unutulmaması gerektiğini belirtti. Tufan Erhürman, “Yıl 2025. Beklenen neydi? Kıbrıslı Türkler, üstelik Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kurmuş olmalarına karşın, kuzeyde ekonomik hayatı tamamen durduracaklar mıydı?” diye sordu.
“Doğru yol bu değil! AB tarafından da anlaşılmalı”
Erhürman, “Bu şartlarda Kıbrıs Rum Liderliği’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından etkili bir iç hukuk yolun olarak kabul edilmiş Taşınmaz Mal Komisyonu’nun işlevsiz hale getirilmesi için sürdürdüğü çabaları çözüm ikliminin oluşturulması çerçevesinde olumlu bulmak AB açısından mümkün müdür?” diye sordu. Kıbrıs’ta müzakerelerin altı başlığından biri olan, dolayısıyla siyasi çözümün parçası sayılan mülkiyet sorununun, bireylerin birbirlerine karşı açtıkları davalar veya ceza davaları için yapılan şikayetler çerçevesinde mi çözüleceğini soran Erhürman, “AB içinde buna inanan birisi var mı gerçekten?” diye vurguladı. “Şimdi Kıbrıslı Türkler de güneyde kalan malları için aynı yollara başvurmaya başlarlarsa, hele de Kıbrıslı Rumları kuzeydeki hukuk çerçevesinde ve kuzeydeki mahkemelerde yargılamak söz konusu olursa, bu, çözüm iklimini ve çözüm sürecini zehirleyen bir durum olmayacak mı? Peki Kıbrıslı Türkler bunları yapmasa bile şu anda Kıbrıslı Rumların yaptıkları çözüm iklimini zehirlemek anlamına gelmiyor mu? Ben bir hukukçuyum ve bu davaları normal hukuk veya ceza davaları olarak görmediğimi çok açık biçimde söylüyorum” diyen Erhürman, elbette gerek güneyde, gerek kuzeyde bu konuda mağdur olan insanların hassasiyetlerini anladığını belirtti. Hem güneyde hem de kuzeyde var olan idarelerin icraatlarını ve düzenlemelerini de eleştirdiğine işaret eden Erhürman, “Ama derdimiz gerçekten iki toplumun yakınlaşması ve çözümse, doğru yolun bu olmadığını adım gibi biliyorum ve bunun AB tarafından da anlaşılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.