Erhürman'ın açıklaması şu şekilde: 

"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın  adamızı ziyareti dolayısıyla söyledikleri elbette tartışılacak. 

Düşünceyi açıklama özgürlüğü Kıbrıs Türk halkı için yalnızca Anayasa’da ifade edilen bir hak değil, yaşam biçiminin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Tam da bu nedenle, daha başlarken, şiddet içermeyen bir gösteriye polis tarafından yapılan müdahaleyi hiçbir biçimde hukuki, meşru ve doğru bulmadığımı belirtmek isterim. 

Yine başlarken hep söylediğim bir şeyi tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Türkiye Cumhuriyeti-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilişkilerinde doğru olan oradan buraya ya da buradan oraya konuşmak, yani monolog değil, birbiriyle konuşmak, yani diyalogtur. Ancak burada Kıbrıs Türk halkının iradesi ekseninde oluşan, oluşturulan yönetsel boşluğun da ciddi etkisiyle maalesef bu şu anda mümkün olmamaktadır.

Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın diğer söyledikleri de elbette tartışılacaktır ancak ben, burada, şimdilik, Kıbrıs sorunu ekseninde söylenenlerle ilgili kısma odaklanmak istiyorum.

“Yeni bir müzakere olacaksa, bu artık iki toplum arasında değil, egemen eşit iki devlet arasında olacaktır” dedi Sn. Erdoğan.

1. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları değişmedikçe böyle bir müzakerenin Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında gerçekleşmeyeceğini, Sn. Genel Sekreter’in böyle bir müzakere sürecini başlatmaya yetkili olmadığını hepimiz biliyoruz. 

Tatar, KKTC ile Türkiye'nin ayrı devletler olsa da bir bütün olduğunu vurguladı Tatar, KKTC ile Türkiye'nin ayrı devletler olsa da bir bütün olduğunu vurguladı

2. Son dönemde AB ile Türk Devletleri Teşkilatı üyesi bazı ülkelerin imzaladıkları belgede BMGK’nın 541 ve 550 sayılı kararlarına yapılan açık atıf da bugün uluslararası ilişkiler alanında yaşananların BMGK kararları çizgisi dışında olmadığını bir kez daha hatırlatmıştır.

3. Bugüne kadar müzakere masasında iki toplum vardı. Yalnızca Kıbrıslı Türkler değil, Kıbrıslı Rumlar da o masada “toplum” statüsündeydi. İki devlet olacaksa bunlardan biri “Kıbrıs Cumhuriyeti” olacak ve bu yalnızca Kıbrıslı Rumların devleti olarak kabul edilecektir. BMGK kararlarına göre bu adada “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden başka bir devletin tanınması mümkün değildir. 

Kaldı ki, enerji, hidrokarbonlar, deniz yetki alanları, ticaret yolları gibi konulardaki gelişmeler ortadayken, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuken garantörü olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tamamen Kıbrıslı Rum Liderliği’ne bırakmanın ne kadar mümkün ve Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin stratejik çıkarlarına ne kadar uygun olduğunu ciddi biçimde ele almak gerekir. 

Bu arada Kıbrıslı Türklerin bir kısmının kullandığı “Kıbrıs Cumhuriyeti” kimlik ve pasaportları ve “karma evlilikler”den doğan çocuklarımızın şu anda Kıbrıs Rum Liderliği tarafından ihlal edilen hakları gibi meselelere ilişkin soru işaretlerine de değinmek gerekecektir.  

4. Yeni bir müzakerenin iki toplum arasında olmayacak olması (yukarıda sıraladığım sebeplerle bugünkü koşullarda mümkün olmadığına göre) bugün olduğu gibi "o gün"e kadar da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıslı Türkleri dışlamak suretiyle “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni tamamen kendi devleti olarak ve yalnızca kendi yönetimindeki coğrafya ve halk adına değil, bütün ada ve bu adadaki herkes adına kullanması anlamına gelecektir ki bu herhalde hiç kimsenin istediği bir şey değildir.

5. Böyle bir yaklaşım uluslararası toplum tarafından kabul edilmediğine göre, bu şartlarda izolasyonların kaldırılması için verilen mücadele de zemin kazanamayacak, bugün güneyde açılan ve Kıbrıs Türk ekonomisine ciddi zarar veren davalar benzeri davaların ve girişimlerin önünü almak son derece zor olacaktır.

6. Elbette bu konuda çok daha fazla şey söylemek mümkündür. Ancak çok uzatmamak adına Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın federasyon konusundaki bir vurgusuna değinerek bitirmek yerinde olabilir. Sn. Erdoğan, “Rum Yönetimi'nin geçmişte reddettiği federasyon tezini bugün savunmasının, Türk tarafını masaya hapsetme ve Kıbrıs Türk halkının egemenlik haklarını gasp etme amacı taşıdığını” ifade etmiştir.

7. Bu düşünce, Kıbrıs’ta “çözümsüzlük çözümdür” düşüncesinde olmayan bizler için de önemli bir noktadır. Bunca yıldan sonra yeni bir müzakere süreci başlayacaksa bu sürecin önceden doğru kurgulanması çok önemlidir. Bizler, dostlar alışverişte görsün diye müzakere etmek ve “masaya hapsolmak”, masada yıllarca dirsek çürütmek istemediğimizi, çözüm istediğimizi tüm uluslararası muhataplarımıza anlatıyoruz. O nedenle takvimli ve sonuç odaklı olmayan bir müzakere masasına oturmayacağımızı açıkça söylüyoruz. 

8. Kıbrıs Türk halkı bu adadaki iki eşit kurucu ortaktan biridir ve siyasi eşitliğinden asla vazgeçmez, bunu pazarlık konusu yaptırmayız diyen de biziz. Dolayısıyla Kıbrıs Rum liderliğinin şu anda tüm ada adına ve bu adadaki herkes adına tepe tepe kullandığı egemenliğin iki eşit kurucu devlet ve siyasi eşitlik temelinde paylaşılması gerektiğini söyleyen de, masa bir kez daha Kıbrıs Rum Liderliği’nin ayak sürümesi sonucunda çökerse Kıbrıs Türk halkı bugünkü statükoya dönmeyecektir diyen de biziz. 

Bizler, hakkımız olan ve ancak bir çözümle ulaşabileceğimizi bildiğimiz eşit uluslararası statüye bir an önce kavuşmak istiyoruz. Bir an önce izolasyonlardan kurtulmak istiyoruz. Kıbrıs Rum Liderliği’nin Kıbrıslı Türkleri yok sayarak adanın tamamı ve adadaki herkes adına egemenlik kullanmasının bir an önce sonlanmasını istiyoruz. Ve bizler, bunların ancak “çözümsüzlük çözümdür” anlayışından uzaklaşılmasıyla mümkün olabileceğini biliyoruz. 

Başta söylediğim gibi Türkiye’den buraya, buradan Türkiye’ye konuşulmayan, Türkiye ile konuşulan, kardeş iki halk arasında doğru zeminde iyi ilişkilerin kurulduğu bir yapı son derece önemlidir. Kıbrıs sorunu ile ilgili süreçler bugüne kadar her zaman olduğu gibi bundan sonra da elbette Türkiye Cumhuriyeti ile istişare içerisinde yürütülecektir."